top of page
Hayat
Ağacından
Dökülenler

Küçük istavrit

Küçük istavrit, yiyecek bir şey sanıp hızla atıldı çapariye. Önce müthiş bir acı duydu dudağında. Gümbür gümbür oldu yüreği, sonra hızla çekildi yukarıya...
Aslında hep merak etmişti denizlerin üstünü. Neye benzerdi acep gökyüzü. Bir yanda büyük bir merak, bir yanda ölüm korkusu.
“Dudağı yarıklar” denir. Onlar şanslıdır. Hani görüp de gökyüzünü, insanların oltasından son anda kurtulanlar.
Ne çare, balıkçının parmakları hoyratça kavradı onu. Küçük istavrit, anladı bunun yolun sonu olduğunu. Koca denizlere sığmazdı yüreği. Oysa, şimdi yüzerken küçücük yeşil leğende, cansız uzanıvermiş dostlarına değiyordu minik yüzgeci.
İnsanlar gelip geçti önünden. Bir kedi yalanarak baktı gözünün içine, yavaşça karardı dünya, başı da dönüyordu. Son bir kez düşündü derin maviyi, beyaz mercanı, bir de yeşil yosunu.
İşte tam o anda eğilip aldım onu. Yürüdüm deniz kenarına, bir öpücük kondurdum başına. İki damla gözyaşından ibaret sade bir törenle, saldım denizin sularına.
Bir an öylece bakakaldı. Sonra sevinçle dibe daldı. Gitti tüm kederimi söküp atarak, teşekkürü de ihmal etmemişti, birkaç değerli pulunu elime, avuçlarıma bırakarak.
Balıkçı ve kedi şaşkın baktılar yüzüme. Sorar gibiydiler, neden yaptın bunu, niye?
Acı bir tebessümle yanıtladım,
“Bir gün” dedim, “Bulursam kendimi yeşil leğendeki küçük istavrit kadar çaresiz, son ana kadar hep bir umudum olsun diye.”
bottom of page